Tuesday, June 02, 2009

Dün Dünle Birlikte Gitti...

(Cumhuriyet 01.06.2009)

Dün Dünle Birlikte Gitti...

Mali kriz gösterdi ki, “dün dünle birlikte gitti…” Peki ama yarın ne olacak? Bu soruya cevap verebilmek için kıyasıya (protesto gösterileri, mitingler ve grevler dahil...) tartışmak gerekiyor. Kimi“ekonomistlerin” dillerine doladığı“iyimserler-kötümserler” ikilemi, olup biteni anlamaya hiç yardımcı olmadığı gibi, tartışma olasılıklarını da sabote ediyor.

Aslında, bu insanları suçlamak da istemiyorum. Ne de olsa bir“travma” yaşıyorlar. “40 yıldır dünyayı anlamaya çalışırken dayandıkları, entelektüel yapıntı, birden bire çöktü” (MaestroGreenspan)... “Dünyaları yıkıldı…Yollarını bulmakta kullandıkları pusula yok oldu” (Merrill Lynch’in Moskova müdürü Bernie Sucher). Bu“travma”, neoliberal dönemin şekillendirdiği, histerili (daha çok kâr, daha çok getiri, daha çok haz, hemen şimdi) ve yoksulluktan, eşitsizlikten yakınan herkesi mızmızlanmayla suçlayan,benmerkezci (ve sociopath) kimliklerde depremler yaratıyor. Tek yol, “bastırmaya”, bir şey olmuyormuş gibi davranmaya devam etmek... İkincisi, bu insanların gözlerini kamaştıran yüzey biçimleri dünyasında (piyasada) “iyimserliği”destekleyecek kimi gelişmeler de yok değil…

Çıkıyor olabiliriz…
Hiçbir resesyon, hatta depresyon, birkaç yıldan fazla sürmüyor. Yaklaşık 18 ayı geride bıraktığımızı, bu arada piyasalara trilyonlarca dolarlık destek verildiğini, mali sektörde, sanayide büyük temizliklerin (iflaslar, birleşmeler, kurtarmalar, hızla artan işsizlik) yaşandığını düşünerek “çıkış belirtileri” beklemeye başlayabiliriz.

Bu bağlamda, ekonomi basınında, en azından “gerileme hızının gerilemeye başladığına” ilişkin gözlemlere rastlamak olanaklı. İkincisi; birkaç aydır, bir ekonomik toparlanmaya ilişkin ölçülebilir belirtiler görüyoruz. Örneğin Japonya’da sanayi üretiminin yüzde 5.6 artması, Hindistan’ın yılın ilk üç ayında büyüme hızının yüzde 5.8’e ulaşması, yorumculara göre resesyonun sonuna gelindiğini gösteriyor. İngiltere’de, borcunu ödeyemeyenlerin, evlerinden çıkarılanların sayısı hâlâ artmaya devam ediyor olsa da, nisan ve mayıs aylarında ev fiyatlarında yıllık düşüş hızı yüzde 15’ten yüzde 11’e geriledi; mayıs’ta nisana göre yüzde 1.2’lik bir artış gözlendi. Avro bölgesinde, “ekonomik beklenti indeksi” iki aydır artıyor. Borsalar da bu iyimserliğe cevap veriyor. Ekonomik toparlanma belirtileri var, ama BNP Paribas’nın haftalık raporunun işaret ettiği gibi, özellikle tüketici talebindeki, sanayi üretimindeki olağanüstü zayıflık varlığını koruyor. (Daily Economic Spotlight, 29/05)

Diğer taraftan, bu kadar çok istikrarsızlık, “zehirli varlık” yaratan mali sektörün denetime alınması, etkinliğinin, sanayi üretimine öncelik verecek biçimde sınırlanması, bu sırada dünya hasılasının yüzde 1000’ini aşan kredi köpüğünün (Financial Times, 21/05) tasfiye edilmesi gerektiği konusunda hemen herkes hemfikir. Ancak geçen 25 yılda ekonomik büyümenin yaslandığı tüketimin yakıtı finansal sektörden ve kredi köpüğünden geliyordu. Şimdi tüketimi, hatta üretimi ne destekleyecek?

Devletler mali krizi denetim altına almak için büyük mali yüklerin altına girdiler, parasal genişleme yarattılar. Bu mali yüklerin yönetilmesi ve tasfiyesiyle ekonomik toparlanmanın gereksinimleri nasıl bağdaştırılacak? Tüm bunlarla bağlantılı olarak, çevrede mal ihracatına (dış talebe), sermaye ithalatına (dış kredilere) dayalı, dünya ekonomisinin motoru ABD’de mal ve sermaye ithalatına dayalı modeller çöktü. Şimdi ekonomik büyüme hangi modele dayanacak?
Bu yıl için öngörülen yüzde eksi 2.6büyüme hızının gösterdiği gibi (dünya ekonomisinde yüzde 2.5 ’in altı resesyon olarak görülür) dünya ekonomisinde olağanüstü şiddettebir resesyon yaşanıyor. Financial Times’ta Gillian Tett’in (29/05) geçen hafta vurguladığı gibi bu çıkış zayıf ve kırılgan olacak, Prof.Roubini’ye göre, insanlığın büyük çoğunluğu uzun süre “çıktığımızın farkında olmayacak”.

…ama esas önemli olan bu değil
Ama bu kez farklı bir “olayla” karşı karşıya olmamız, resesyonun çok şiddetli yaşanıyor olmasıyla ilgili değil. Fark, bu kez resesyonla birlikte gündeme henüz ne yönde şekillenecekleri belirsiz yapısal değişikliklerin gelmiş olmasından kaynaklanıyor.

Listenin başında, iflas eden neoliberal modelin yerini alacak modelin, hatta“yeni ideoloji” ve ahlakın olası özellikleriyle, bu değişim sürecinin siyasi boyutlarıyla ilgili belirsizlikler var. Serbest piyasalı, bol kredili, hummalı tüketim günlerine dönemeyeceğimizi biliyoruz. Ama bundan ötesi belirsiz... Ekonomi basınının önde gelen kalemleri, analizlerinde, “iyimser-kötümser”ikilemine hiç prim vermeden, bu belirsizlikler üzerinde yoğunlaşıyorlar.

Financial Times’ın ekonomi editörüMartin Wolf’a göre “serbest piyasa modelinin hegemonyası artık geride kaldı. Bundan sonra ülkeler, modellerini kendi ulusal gereksinimlerine göre oluşturacaklar”. Bu da tabii ki küreselleşme denen olgunun geleceğini tehlikeye atıyor. Bu saptamalar, “devletin geri gelmesine” ilişkin yorumlarla da uyuşuyor. Ancak sorun şu ki devletlerin “geri gelişi”, şirket kurtarmalarından, devletleştirmelerin getirdiği mali yüklerden, ekonomik daralmanın getirdiği gelir kayıplarından dolayı, “devletin mali kriziyle” birlikte yaşanıyor. Dahası, devletler bu yeni döneme, bankalara yapılan mali transferlerden, krize giren emeklilik sistemlerinden, yönetici seçkinleri sarsan mali skandallardan, keskinleşen sınıf mücadelelerinden dolayı, meşruiyetlerini giderek zayıflatan dinamiklerle birlikte giriyorlar. Bu devletlerden, halk yararına, gelir dağılımını düzeltecek politikalar beklemek gerçekçi değil. Öyleyse AB süreci gibi projelerin, liberal demokrasi gibi rejimlerin geleceklerini belirsizleştiren eğilimler güçleniyor.

Mali sektörün sınırlanması, borç köpüğünün tasfiyesi, her devletin kendi ekonomik modelini geliştirme eğilimi, üretimi güçlendirme, ulusal ekonominin kapasitesini koruma, yeni talep bulma gereksinimiyle birleşince, enerji ama en önemlisi gıda ve su krizleri ortamında, The Economist’in“neocolonialism” (yeni sömürgecilik) dediği olguyu gündeme getiriyor.

Diğer bir deyişle, dünyanın çevre ülkelerinin piyasalarının, doğal kaynaklarının, dünyanın eski merkezleriyle, yeni yükselen merkez adaylarının arasında paylaşılması süreci hızlanıyor. Şimdilik paylaşım, verimli toprakların, madenlerin ve su kaynaklarının, yönetici elitlere verilen mali veya siyasi rüşvetlerin yardımıyla satın alınarak ele geçirilmesi (el konması), ikili ticaret anlaşmalarıyla piyasaların kapatılması, işçi haklarına kapalı ucuz üretim platformları oluşturulması yöntemleriyle ilerliyor. Ancak, bu sürecin daha şimdiden sıkışmaya başladığını, The Economist, The New York Times, Times Magazine gibi yayınların, sömürgeciliğin güçlenmesinden, özellikle yükselen güçlere göndermeyle yakınmaya başlamasından anıyoruz. Şimdilik ekonomik yolarla ilerleyen bu sürecin siyasi, hatta askeri yan etkilerinin nelere olacağını da henüz bilemiyoruz.

Tüm bunları hakkıyla konuşabilmek ve değişime hazırlanabilmek için“iyimser-kötümser” gibi içi boş kavramları terk edip gerçekle yüzleşmekten başka çare yok… Dün dünle birlikte GİTTİ!

No comments: