Wednesday, December 12, 2007

Bir Nefret Nesnesi olarak Putin

(Cumhuriyet 10.12.2007)
Bush ilk görüştüklerinde “Putin’in gözüne bakmış ruhunu görmüş güvenilir adam” demiş dost olmaya karar vermişti. Önceki pazar yapılan Duma (Meclis) seçimlerinden bir hafta önce bir Wall Street Journal baş yazısı, “Artık Rusya’yı düşman bir ülke olarak görmeye başlamak gerekir” diyordu.

Gerçekten de son yıllarda, Putin ABD-İngiltere ekseninin, bir nefret nesnesine dönüştü. ABD dış işleri sözcüleri. Council on Foreign Relations gibi dış politika alanının önde gelen düşünce kuruluşlarının etkili analistleri, büyük medya, 2006 yılının başından bu yana sistemli bir biçimde Putin’in Rusya’da demokrasiyi geri çevirmeye başladığını ileri sürüyorlar. İngiltere’de de genel olarak muhafazakar basında, Financial Times gibi daha soğuk kanlı yayınlarda, BBC gibi sözde tarafsız kanallar ve The Observer gibi sosyal demokrat gazetelerde de aynı hava var.

Bu hava, son Duma seçimlerinden önce inanılmaz bir kampanyaya dönüştü. Bu arada da, “Batı dostu” Gorbacev’in, The Times, Wall Street Journal gibi yayınlarda, yayımlanan söyleşilerde, gazetelerin tüm ısrarına karşılık, Putin’i savunması, desteklemekte ısrar etmesi, “halkın %85’i Putin’i destekliyor, beni ilgilendiren gerçeklik budur” demesi “herkesi” çok şaşırtıyordu.

Bu yayın organları, daha seçimler yapılmadan seçimlerin demokratik olmayacağını iddia ettiler. Seçmene sandığa gitmeleri ve Putin’in partisine oy vermeleri yönünde müdahale ediliyormuş. Bu koronun, İşgal altında yapılan Irak seçimlerine toz kondurmadığını, muhalefet partilerinin gösterilerini sopayla dağıttırarak liderlerini hapse attıran Gürcistan Başkanını demokrasi abidesi ilan ettiklerini anımsayınca…

Seçimlerden sonra çıkan Newsweek, “Rusya’da demokrasi öldü” diyordu. The Observer, kantarın topuzunu kaçırıp, “Stalin’in gölgesinden”, “SSCB rejiminin restore edilmeye başlandığından” söz ediyordu. Putin sütten çıkmış ak kaşık değil, ama bu kadar nefret çekmesini anlamak da kolay değil. Ya da, kolay….

Çaresizlik kötü şey…

Putin’in (ve onu iktidara taşıyan eski SSCB egemen sınıflarından, ayakta kalmayı başaran güvenlik aygıtı nomenklaturasının) en büyük günahı, Rusya’nın zenginliklerinin uluslararası sermaye, ve içerdeki bir avuç hırsız tarafından talan edilmesine son vermeye başlaması. İkincisi, de son Münih Güvenlik konferansındaki konuşmasında dobra dobra ifade ettiği gibi Putin’in ABD’nin tek kutuplu dünya projesini, hegemonyacı, antidemokratik ve tehlikeli ilan ederek cepheden karşı çıkması. ABD diş politika çevreleri bunu hazmedemiyorlar ama ellerinden bir şey gelmiyor. Sinir krizleri geçirmeleri de bu yüzden.

Anımsarsanız, 1990’larda Yeltsin döneminde, Batı kapitalizmi Rusya ekonomisini ve zenginliklerini artık ele geçirdiğini düşünüyordu. ABD’de Rusya’yı, parçalayarak kendi etki alanı içine çekmeye hazırlanıyordu.

Putin iktidara geldikten sonra önce bir süre Batı ile birlikte yürüyormuş gibi yaptı, gerekli siyasi gücü topladıktan, devlet iktidarını restore ettikten sonra, Rusya ekonomisini ve kaynaklarını yavaş yavaş Batının talanına kapatmaya başladı. Özelleştirme sürecinin hırsız baronlarını (olikarkları) tasfiye etti, çaldıklarını geri aldı. Enerji fiyatlarındaki artıştan elde ettiği kaynakları akıllıca kullanarak askeri, ekonomik toplumsal yapıyı tamir etmeye girişti. 450 milyar dolarlık bir fon yaratarak, uluslararası mali sermayenin olası bir saldırısın karşı ülkeyi güvenceye aldı. Bu sırada Rusya’nın uluslararası etkisini de arttırmaya başladı. Böylece, SSCB gibi bir süper güçten sonra, sarhoş Yeltsin döneminde Batının soytarısı olmuş bir devlet başkanıyla yaşamaktan utanç duyan Rusya halkına onurunu iade etti. Ama belki de “en kötüsü”, Putin yönetimi, siyasi muhalefetin ve sivil toplum örgütlerinin (vakıfların vb…) ülke dışından mali yardım almalarını yasakladı. Böyle Soros takımının CIA’nin Demokrasi örgütlerinin Rusya’nın iç politikasına doğrudan katılarak, demokrasi oynamalarının, renkli devrim tezgahlamalarının önünü, onların parazitlerinin mali kaynaklarını kesti. Ama ne ilginçtir, Rusya halkı bu “kötü”, “antidemokratik” gelişmelerden hiç şikayetçi olmadı, Gorbaçev’in de işaret ettiği gibi %85’i Putin’i desteklemekte inat ediyor. Batı’nın sesini yansıtan politikacıların ve siyasi partilerin toplumsal destekleri %1’lerde dolaşıyor.

Batı’nın hırçınlığı da bu gelişmelerden kaynaklanıyor. Batı Rusya’nın etki alanının dışın çıktığını gördükçe çaresizlikten ağzını bozuyor.

Putin “modeli”

Batı’yı kızdıran, dahası aslında korkutan esas olarak şu: Putin sosyalizmi restore etmiyor. Aksine, özel mülkiyete, iş yaşamına getirdiği güvenceler, iktidardaki bürokratik yönetimin iş yaşamına çok uygun bir kültürle, tam bir devlet kapitalisti, zaman zaman da özel kapitalist olarak (hemen hepsi büyük işletmelerin yönetimlerinden geliyorlar ve hala kısman doğrudan yönetmeye devam ediyorlar) düşünüyor ve yaşıyorlar. Bu yüzden de Rusya’da iş yapan uluslararasi sermaye Putin yönetiminden memnun. Dahası Dış politika çevrelerinin demokrasiyi geri çevirme diye gördükleri ekonomik kararlara çabucak uyum gösteriyor, bu propagandaları yaymaya çalışanların çaresiz ve ihanete uğramış bakışları altında…

İkincisi, Putin neoliberal ve küreselleşmeci modelin kurallarını hiçe sayan bir model izliyor ve sonuç alıyor. İktidara geldiğinden Rusya’nın sanayi kapasitesi yarı yarıya imha olmuş, Gayri Safi Milli Hasılası 260 milyar dolara gerilemişti. Bu gün GSMH 1.1 trilyon dolara, kişi başına gelir de 2000 dolardan 7,500 dolara yükseldi (UPI, 03/012/07). Moskova Goldman Sachs analistleri’ bu büyümenin hepsinin petrol gelirlerin dayalı olmadığına, bir çok üretici sektörü kapsadığına, bu arada mantar gibi biten IKEA mağazaları zincirine işaret ederek, yeni ve alım gücü yüksek bir orta sınıfın şekillendiğine dikkat çekiyorlar (Charles Grant, The Guardian, 03/12)

Batı, Çin’in başarısından sonra, bu kez de Rusya’da, neoliberalizmin, küreselleşmeciliğin dışında, yeniden kalkınmacı paradigmayı ve “ulusal projeyi” anımsatan bir modelle karşı karşıya olmaktan çok rahatsız. Ya bazı gelişmekte olan ülkeler de benzer modelleri benimserlerse…

Üstelik, model aslında karmaşık değil. IMF gibi uluslararasi mali kuruşlara bağını koparacaksın. Özelleştirmeyle çalınan stratejik varlıkları geri alacaksın. Ülkenin ekonomik kapasitesini arttıracak, iç pazarını, derinleştirecek, bütünleştirecek, bu arada halkın temel gereksinimlerini karşılayacak politikalar izleyeceksin. Bu arada, buradan elde edilen siyasi güçle ekonomik artığın önemli bir kısmını orta sınıfa ve devlet seçkinlerine transfer etmeyi unutmayacaksın (dedik ya Putin sosyalizmi restore etmiyor). Ülke tabii ki kapitalist bir ülke olarak kalmaya, hatta dünya ekonomisi içinde oyuncu olmaya devam edecek.

Ama, hiç olmazsa, ülkenin egemen sınıfı da varlığını, halkına da son derecede büyük maddi ve manevi, yükler getirecek biçimde, “kendi kuyruğunu yiyerek yaşan bir yılan” gibi sürdürmeye çalışmaktan kurtulacak.

No comments: